Bitmeyen ve bitmeyecek tartışma: Cumhur İttifakı’nda çatlak mı var?

02.11.2025 medyascope.tv

2 Kasım 2025’te medyascope.tv'de yaptığım değerlendirmeyi yayına Gülden Özdemir hazırladı

Merhaba, iyi günler, iyi pazarlar. Bitmeyen bir tartışma var: Cumhur İttifakı'nda çatlak mı var, kriz mi var? Dağılacaklar mı? Ne olacak, ne bitecek? Bu Cumhur İttifakı'nın temellerinin esas olarak 15 Temmuz darbe girişiminden sonra atıldığını, daha doğrusu kurulduğunu varsayarsak ki aslında onun öncesinde, Haziran 2015 seçiminin sonrasında şekillenen bir ittifak ve dolayısıyla on yılını doldurmuş bir ittifak diyebiliriz. Kurulduğundan hemen sonra değilse bile belli bir aşamadan sonra sürekli olarak gündeme geldi bu konu ve son günlerde tekrar çok ciddi bir şekilde gündemimizde. Son günlerde gündemde olmasının nedenlerine bakacak olursak çok açık: 29 Ekim'de Anıtkabir'e Devlet Bahçeli hasta olmamasına rağmen gitmedi. Yerine iki kurmayını yolladı ama akşam Külliye'deki 29 Ekim resepsiyonuna ne kendisi gitti ne de partiden herhangi bir kişinin gitmesine izin verdi. MHP hiçbir şekilde Külliye'de yoktu. Hâlbuki 1 Ekim'de meclis açılışındaki kutlamalarda biliyoruz ki Devlet Bahçeli hep Erdoğan'la birlikteydi. 29 Ekim olayının nedenlerine baktığımız zaman ilk başta Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti seçimleri ve onun hemen ardından Bahçeli'nin yaptığı o sert açıklama geliyor. Bahçeli koparıp attı bu seçimleri. Meclisin Kuzey Kıbrıs Meclisi'ni kabul etmemesi gerektiğini ve Türkiye'ye katılma kararı alması gerektiğini belirtti yazılı olarak. Ama hemen ardından AK Parti'nin üst düzey isimleri seçime saygı duyduklarını, kazananları tebrik ettiklerini açıkladılar. Nitekim Erdoğan da aynı şeyi yaptı. Hiçbir şekilde Bahçeli çizgisinde bir tutum takınmadı, yakınına bile yanaşmadı. Yani orada çok net bir ayrışma var. Şimdi Kıbrıs konusundaki ayrışma tek başına bir çatlak nedeni olmayabilir. Fakat anladığım kadarıyla Bahçeli kendi çıkışının hemen ardından bunların gelmesini, tekziplerin gelmesini kabullenememiş. Onu özellikle vurgulamak lazım. Ama onun dışında başka hususlar var. Özellikle devlette kadrolaşma meselesi ile ilgili hususlar var. Daha önce dile getirmiştik biliyorsunuz. Gazetesinin, MHP'nin yayın organının başyazarı açık açık, aynı zamanda kendisi Bahçeli'nin basın danışmanı, açık açık devlette bir paralel yapılanmadan bahsetmişti ve bu paralel yapılanma olarak da esas olarak emniyete işaret etmişlerdi. Öğrendiğim kadarıyla emniyetteki atamalar, özellikle özel harekât dairesindeki atamalar MHP'yi çok ciddi bir şekilde rahatsız etmiş. Yani kendilerine yakın kadroların tasfiye edildiği ya da etkisizleştirildiği kaygısı var. Ve şu anda bir de bir valiler kararnamesi var. Valiler kararnamesinde de MHP ile AKP arasında birtakım sorunlar olduğu söyleniyor. Öte yandan belli bir zamandan beri özellikle yargıda, üst düzey atamalarda ya da yüksek yargıdaki atamalarda yine MHP ile AKP arasında birtakım rekabetler hatta çatışmalar olduğu söyleniyor. Şimdi bütün bunlara baktığımız zaman ortada bir sorun olduğu muhakkak ama bu sorun tek başına bir çatlak anlamına geliyor muyu incelediğimizde, başından itibaren hep bu konu gündeme geldiğinde aslında her iki tarafın da birbirlerine muhtaç olduğu bir durumla karşı karşıyayız. Şöyle ki, Erdoğan'ın MHP'ye çok ciddi bir şekilde ihtiyacı var. Hem mecliste ihtiyacı var hem bürokraside ihtiyacı var. Bürokraside özellikle Fethullahçıların temizlenmesi sonucu doğan açığı kendi kadrolarıyla doldurma imkânı olmadı. Zaten Erdoğan'ın kendi kadrosu diye pek bir kadrosu yok. AKP yöneticilerinden bazıları yerel anlamda hukuk mezunlarının siyaseti bırakıp yargıç ya da savcı olduklarını biliyoruz. Ama bunların sayısı sınırlı. Cemaatlerle işbirliği niye? Yani Fethullahçıları tasfiye ettikten sonra bazı cemaatlerin devlette önünü iyice açtığını duyuyoruz. Çünkü orada da hem cemaatlerin o kadar Fethullahçılar kadar yaygın ve yetişmiş kadroları olmaması gerçeği, bir diğer yandan da Fethullahçılık deneyiminden dolayı Erdoğan'ın bunlara tam olarak güvenememesi gerçeği de var. Dolayısıyla devlet bürokrasisinde öteden beri 70'li yıllardan beri milliyetçi cephe koalisyonlarından beri Türkiye'de var olan ülkücü kadrolaşma olgusu Erdoğan bir şekilde kendi leyhine değiştirmek istiyor. Bunu özellikle vurgulamak lazım. Ve tabii ki cumhurbaşkanlığı seçiminde her türlü desteğe ihtiyacı var. En son seçimde MHP diyelim ki Erdoğan'a oy vermeseydi, kendi adayını çıkartsaydı durum bambaşka olabilirdi. Dolayısıyla buna ihtiyacı var. Artık Erdoğan partisi tek başına iktidara gelemiyor. Bunu 2015 Haziranında gördük. Bu anlamda MHP'ye çok ciddi bir şekilde ihtiyacı var. MHP'nin de kendi başına bir güç olabilme ihtimali yok. Yani bir yerle ittifak, kendinden büyük birisiyle ittifak yapmadan MHP'nin iktidarda olması diye bir şey mümkün değil. Muhalefette kalmayı bilen bir parti aslında MHP. Hatta yine biliyoruz ki Devlet Bahçeli barajın altında kalacağını bile bile ülkeyi erken seçime götürmüştü 2002'de. Yani MHP'nin bu ittifaktan uzak durma ihtimali ki tercih etmez, AKP'den, Erdoğan'dan daha fazla. Onu özellikle vurgulamak lazım. Bir diğer husus da burada iki hareket arasındaki ideolojik geçişkenlik, siyasi geçişkenlik bu Türkiye'de 70'li yıllardan beri yaşanan bir olaydır. Milliyetçilik ve muhafazakârlık diyelim hadi. Ya da ülkücülük ve İslamcılık arasında özellikle Anadolu'da çok ciddi oy kaymaları konjonktürel olarak olur ve bu hareketler her ne kadar birbirlerine çok yakın olsalar da aynı zamanda çok da rekabetçidirler. Birbirlerinden birbirlerine çok da fazla güvenmezler. İki ayrı kültür aslında birbirine yakın görünüyor olmalarına rağmen özellikle MHP'ye baktığımız zaman MHP 60'lı yıllarda temeli atılmış, kökü daha eskilerde olmakla beraber atılmış bir hareketten bahsediyoruz. Ve hareketin en temelinde de bir disiplin ve itaat olayı var. Erdoğan da Millî Görüş hareketli 1960 sonlarından itibaren gelen birisi ama o hareketin disiplini özellikle Necmettin Erbakan'dan sonra büyük ölçüde dağıldı. Erdoğan'ın tek adam yönetimini önce partide sonra ülkede kurması bunu bence çözebilmiş değil. Bunu özellikle vurgulamak lazım. Şu aşamada çözüm sürecinde de iki hareket arasında farklılıklar olduğunu biliyoruz baştan itibaren ve bu farklılıklar nedeniyle aralarında sorun çıkma potansiyeli olduğunu da biliyoruz. Ama son yaşananlarda çözüm sürecinin çok da belirleyici olduğunu açıkçası düşünmüyorum. Son olarak mesela çözüm sürecinde Bahçeli Öcalan'a bir komisyon heyetinin gitmesini söyledi. Erdoğan bunu hayata geçirtmedi. Bu bir sorun potansiyeli taşıyabilir ama büyük bir krize yol açmayacağa benziyor. Ve bu arada şunu da biliyoruz ki Erdoğan adım adım olaya, çözüm sürecine daha fazla dâhil olmaya başladı, eski tutukluğundan uzaklaştı. Şu aşamada baktığımızda sağda solda çok haber çıkıyor. Yok işte MHP Erdoğan'ı bırakacak, Dem Parti ve CHP ile birlikte hareket edecek. Bu teorik olarak mümkün ama bugünün meselesi olduğunu düşünmüyorum ya da başka birtakım Erdoğan sonrası yerini kim alacak üzerine yapılan şimdiden yapılan çok erken spekülasyonlarda MHP'nin tavrı üzerine laflar söyleniyor. Bunlar bugünün meseleleri değil. Bugünün meselesi esas olarak bence devlet içerisindeki kadrolaşma meselesi ve Erdoğan'ın en son yaptığı açıklamada gördük. Cumhur İttifakı'na tekrar sahip çıktı ve bu yapılanları, Cumhur İttifakı aleyhine kampanyaları FETÖ ile ilişkilendirdi. FETÖ derken neyi kastediyor? Yurt dışından birtakım yayın yapan eski Fethullahçı gazeteciler var. Bunlar yine bir kampanya hâlinde fırsat olarak değerlendirdiler ve birtakım şeyler söylemeye başladılar, kendilerinden çok emin gibi: “Şöyle oldu, böyle oldu vesaire. Bahçeli şunu dedi.” gibi. Nereden bildikleri şüpheli. Doğru da olabilir, bilemiyorum ama bunu bir fırsat olarak görmekteler. Tabii ki bu ittifakın dağılması ve Erdoğan'ın iktidarı kaybetmesi Fethullahçıların istediği bir şey. Ellerinden ne geçecek bilmiyorum ama şunu söyleyeyim: Fethullahçıların kullanmak istiyor olması burada bir sorunun olmadığı anlamına gelmez. Bir sorun var ama bu sorun bir dağılmaya yol açacak bir sorun değil. Bir şekilde aralarında bunu halledeceklerdir ve belki de halletmişlerdir bile. Fakat bu, özellikle Erdoğan'ın Bahçeli'nin alanını daraltma, Bahçeli'nin de Erdoğan'ı sıkıştırma girişimlerinin sürmesi kesinlikle önümüzdeki günlerde sıklıkla karşılaşacağımız bir şey olacak. Bu arada tabii şunu unutmamak lazım: Son dönemde birtakım şirketlere yönelik yapılan operasyonlarda, kara para eksenli operasyonlarda da bir AKP-MHP gerginliği olduğu yolunda iddialar var. Çok bildiğim konular olmadığı için ona girmek istemiyorum ama iş eğer akçeli işlere de, yani bu gerginlik akçeli işlere de sirayet etmişse durum gerçekten daha vahimdir. Onu özellikle vurgulamak lazım. Ve son bir notta burada şunu söyleyeyim: O da Erdoğan iktidara geldiğinden bu yana sürekli müttefik değiştirdi. Dolayısıyla onun bildiği bir şey. Ama şu aşamada MHP'den uzaklaşıp gelebileceği, yanına alabileceği doğru dürüst kimse yok. Yani Gelecek Partisi'nin, DEVA Partisi'nin, belki Saadet Partisi'nin Erdoğan'a ya da Cumhur İttifakı'na dâhil olabileceği yolunda yapılan spekülasyonlar var, biliyorsunuz. Bunların hepsi gerçek olsa bile hepsini toplasanız bir MHP kesinlikle etmez. Hem sayı anlamında etmez hem de devletteki kadro anlamında etmez ve bu iktidara verilecek bir toplumsal destek anlamında etmez. Evet. Bugün bir, nasıl söyleyeyim, çok da değeri bilinmemiş bir edebiyatçımıza ithaf etmek istiyorum: Nezihe Meriç. Ben de açıkçası kendisini yıllarca adını duyar ve bilmezdim ta ki Korsan Çıkmazı adlı kitabını okuyana kadar. Ve o kitabı okuduğumda ki 61 yılında yazılmış, benim doğumdan bir yıl önce yazılmış, çok şaşırdım. “Böyle bir ismi neden bilmiyorum, bu zamana kadar bilmiyorum?” diye şaşırmıştım. Çok etkilenmiştim. Sonra baktım çok da fazla kitap yazmamış. Çocuk kitapları daha çok yazmış ama hep edebiyatın içerisinde olan, tiyatro yazan, bir Bozbulanık öykü kitabını biliyorum. Onun dışında çok okuduğum birisi değil ama şunu söyleyeyim: Hayatı edebiyatla geçmiş, yayıncılıkla geçmiş, aynı zamanda müzikle de ilgilenmiş ve fakat seksen dört yaşında 2009'da hayatını kaybediyor. Üzerinde çok konuşulan edilen bir isim değil. Bunun neden böyle olduğunu açıkçası çok anlamıyorum. Bir de aslında şunu da anlıyorum ki her yerde olduğu gibi edebiyatta da maalesef bir şey var, reklam yapmak, yapmamak var. Sahip çıkılmak, çıkılmamak var. Nezihe Meriç de benim gördüğüm kadarıyla kimileri diyebilir ki “Sen bilmiyor olabilirsin ama o çok bilinen birisi.” O zaman özür dilerim. Ama benim bildiğim kadarıyla, benim gördüğüm kadarıyla üzerinde çok konuşulan birisi değil. Hâlbuki Türkiye'nin, Cumhuriyet'in ilk yıllarını özellikle çok iyi gözlemlemiş ve zaten Cumhuriyet kadını. Onu da çok net bir şekilde görebiliyoruz hayatına baktığımızda. Ve Türkiye'de çok az yapılan bir şeyi, edebiyatı yazmayı belli ki tutkuyla sevmiş bir isim. Dolayısıyla bu yayını Nezihe Meriç'e ithaf ediyorum. Kendisini saygıyla anıyorum. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
02.11.2025 Cemil Bayık’a sormak istediğim soru: Fesih karşılığında ne kazandınız ya da kazanacaksınız?
02.11.2025 Bitmeyen ve bitmeyecek tartışma: Cumhur İttifakı’nda çatlak mı var?
01.11.2025 Ve Selahattin Demirtaş sahalara döndü!
30.10.2025 Erdoğan’ın CHP’ye karşı son 225 günü: Bir adım ileri iki adım geri
30.10.2025 Herkesin kazanacağı bir süreç mümkün mü? Mümtaz'er Türköne ile söyleşi
30.10.2025 1 Ekim’den 29 Ekim’e: İki resmi resepsiyon ve farklı fotoğraflar
29.10.2025 Çözüm sürecinde kazananlar ve kaybedenler | Mehmet Gürses yorumluyor
29.10.2025 “İngiliz casus” olayında kafama takılan sorular
28.10.2025 Yolsuzluk, terör, casusluk: Sırada ne var?
28.10.2025 Çözüm sürecindeki tıkanıklık nasıl aşıldı? PKK’nın silahlı güçlerini Türkiye’den çekmesinin öyküsü
02.11.2025 Cemil Bayık’a sormak istediğim soru: Fesih karşılığında ne kazandınız ya da kazanacaksınız?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı